“Haz, İktidar ve Tüketim Kıskacında Modern İnsan”
“Prof. Dr. ÖMER TÜRKER’in alıntılanan bu başlık altındaki yazısının (Teklif, 2 aylık düşünce dergisi, sayı: 6/ Kasım 2022) birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar oluşturacak bu yazıyı.
“Düşünce tarihinin ana konularından biri insandır. Tüm bilim ve düşünce geleneklerinde ortak bir sorunlar öbeği olduğu hatta çeşitli yollardan birbiriyle irtibatlı olan muhtelif geleneklerde bir sorun sürekliliği bulunduğu görülmektedir. Bu bağlamda tüm geleneklerde (i) insanın yapısı yani ruh-beden ayrımı ve ilişkisi, (ii) insan idrâkinin mahiyeti ve sınırları, (iii) insan yetkinliğinin ne olduğu ve hangi şartlarda gerçekleşeceği, (iv) insanın güçleri arasındaki ilişki, hiyerarşi ve denge sorunu, (v) bu soruna bağlı haz meselesinin neredeyse aynı canlılıkta ele alındığı söylenebilir. (…) Yunan, İslâm ve Batı medeniyetleri gibi çağlar boyunca etkinliğini sürdüren gelenekler farklı dönemler içermektedir ve bu dönemlerde merkezî sorunlar da değişikliğe uğrar. Bu bağlamda tıbbın kendi içindeki gelişim sürecini bir tarafa bırakırsak İslâm düşünce tarihinin Fahreddin er-Râzî dönemine kadar devam eden birinci klasik döneminde kelam geleneğinin temel sorunu, insanın fiillerinde ilâhî irâdeden özgür olup olmadığıdır. Bu sorun hicrî ilk üç yüz yılda insanın mahiyetine ilişkin tartışmaları ikincilleştirerek yedeğine alır. Hicrî 4 ve 5. yüzyıllarda insan idrâkinin işleyiş sürecine dair tartışmalar, daha merkezî bir konum işgal eder. Bütün bu tartışmaları birleştiren harç konumundaki mesele ise teklifin hakikatidir. Birinci klasik dönemde felsefe geleneğinin temel sorunu, insanın mahiyeti ve ruh-beden ilişkisidir. Bilinç ve kuvveler sorunu, insanın yapısına ilişkin çözümlemelerin yedeğinde ele alınır. İnsan idrâkinin işleyişi ve yöntem sorunu, paralel bir merkezîlik oluşturur. İbn Sînâ sonrasında Fahreddin er- Râzî ile birlikte de özellikle bilincin hakikati ve kuvvetlerle ilişkisi sorunu merkeze taşınmış, ruh-beden ayrımı ve ilişkisi sorununu ikincilleştirmiş hattâ kısmen önemsizleştirmiş ve ikinci klasik döneme damgasını vurmuştur. Tasavvufta İbnü’l-Arabî öncesinde ineetsanın mahiyeti ve idrâk güçleri sorunundan ziyade insanın kulluk sürecinde yaşadığı haşyet, teslimiyet, sahv ve sekr gibi hallerin oluşumu ve marifetlerle ilişkisi tefekkürün merkezinde iken İbnü’l-Arabî ile birlikte insanın Varlık’ ı temsili ve bütün var olanları kuşatması sorunu merkeze taşınmıştır. (…)
Batı medeniyetinin 17. ve 18. yüzyıllarında temel sorunu, insan idrâkinin mahiyeti ve sınırları iken 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk yarısında sosyal bilimlerin yükselişiyle birlikte insan yetkinliğinin anlamı ve hangi şartlarda tahakkuk edeceği merkezî bir sorun haline gelmiştir. 20. yüzyılın ilk yarısında sosyal bilim milerin yükselişiyle birlikte insan yetkinliğinin anlamı ve hangi şartlarda tahakkuk edeceği merkezî bir sorun haline gelmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu sorun merkezî konumunu yitirerek yerini tekrar bilinç ve haz meselesinin muhtelif açılardan düşüncenin gündemine oturduğu bir süreç başlamıştır.
Benzer değerlendirmeleri Yunan medeniyeti için yapmak da mümkündür. Esas itibariyle şu iki soruya kısa bir cevap vermek istiyorum. Bugün bizim insan hakkında tefekkürümüzün temel sorusu ve merkezî sorunu ne olmalıdır? Bilindiği üzere özgürlük ve eşitlik kavramlarının, dünyada siyasi düşüncede tatbikî siyasetin temel değerleri ve meşru kabul edilen rejim türünde köklü bir değişim meydana geldi. Modern bilim ve teknolojinin desteğiyle tahkim edilen bu değişim, sanayi devrimi sonrasında gelişen iktisadi düzenle de uyumlu hale getirildi. Özellikle İslâm bir din ve medeniyet olarak hâlâ iddiasını sürdürmektedir. Özellikle İslâm bir din ve medeniyet olarak hâlâ iddiasını sürdürmektedir. Tasavvuf geleneği velâyet merkezli tahkik tavrını sürdürmektedir. (…)
Sûfiler kalbe dolan düşünceler anlamında hâtırları Allah’tan, melekten, nefisten ve şeytandan gelen hâtırlar olmak üzere dört kısma ayırır. (…) Şayet Müslüman kalmak istiyorsak amellerin Allah anlamıyla değerlenebileceği bir tedeyyünü inşa etmemiz gerekiyor.
İslâm düşünce geleneğinde başka hiçbir ekol vahdet-i vücûd kadar insan hakikatini bir mesele haline getirmedi. Başka hiçbir ekol genel yöntemini ve kanaatlerini insan teorisii nedeniyle eleştirilere ve saldırılara bu kadar açık kılmadı.”
No Comments