Prof. Dr. Mehmet Kaplan’dan Orhan Okay’a bir mektup’tan…
Sevgili Orhan,
Senden bir mektup, haber veya selâm almak güzel bir şey, seni bizzat görmek ve konuşmak daha da güzel. Seninle uzun yıllar konuşmamız gereken bazı meseleler varmış gibi geliyor bana. Fakat hep gurbetteyiz. Ben de burada kendimi dâimî bir gurbette hissediyorum. Halbuki Erzurum’da Sivrihisar’a, çocukluğuma doğmuş gibi olmuştum. Senin orada, çevrene ve talebelerine çok faydalı olduğuna ve tesir ettiğine kaniim. Evvelki gün, eve, Dergâhçı, hikâyeci Mustafa ile bir taleben geldi. Erzurum’da TRT’ci imiş. Senden tez yapmış. Pek efendi bir genç. Doğuş dergisi hakkında bir haber getirdi. Dergi bugün elime geçti. Şekl ü şemâilini beğendim. Yazacağım. Sen de Yazı gönder. Kafandaki mevzuları küçük kısımlara ayır. Her kısmı ayrı ayrı incele. Sonra onları birleştirirsin. Erzurum’un dar çevresini ancak talebe yetiştirmek ve yazı yazmakla aşabilirsin. İlim adamları bir kültürün ancak beş yüz senede teşekkül edebileceğini söylüyorlar. Erzurum’da eski, kuvvetli bir kültür tabakası yok. Şimdi de maalesef sağlam bir temele sahip değil. Sağlam bir kültürün devamı, gelişmesi için din, ilim ve sanatın köklü olması gerekir. Bugün bütün Türkiye bu köklerden mahrum. Yine de ne kadar yapabilirsen o kadar faydalıdır. Niyazi bey boş bir insandı. Kaya’dan ümidim vardı. O da artık yıkılmış bir insan manzarası arzediyor. Senin kültür ve şahsiyetinle müessir olduğuna inanıyorum. Benim sıhhatim çok şükür iyi. Tabii yaslandı. İki yıl sonra emekli oluyorum. Ara sıra yaşlılık ve boşluk hissine düşüyorum. Fakat yine hergün zevkle okuyor ve yazıyorum. (…) Ben günahkâr adamım. Akşam tiyatro yazarı Turan Oflazoğlu ile beraberdik. Boğaziçi Köprüsü’ne bakan bir küçük meyhanede sohbet ettik, içtik. Dönüşte, gece yarısı mektubuna cevap verdim. Yazım kötü ya, daha eğri büğrü olmuş, bilmem yukarki satırları okuyabildin mi? Alain: “düzeltme, devam et” der. Ben de öyle yapıyorum. Şimdi sabaha yakın. Biraz daha sohbet edelim. Yeri gelmişken söyleyeyim: Turan Oflazoğlu’nu kürsüce çok sevdik. Akşam İnci ile Zeynep de vardı. Büyük bir yazar ve çok iyi bir insan. Derin ve gösterişsiz bir Anadolu çocuğu. Seni okuldan tanıyor ve seviyor. O da senin gibi Nurettin Topçu’nun talebesi imiş. Piyeslerini tekrar tekrar okudum. (…) Galiba yazım şimdi biraz düzeldi. Sabah taleben gelecek, mektubu ona vereceğim. Acelem ondan. Hazır seni bulmuşken biraz daha konuşalım. (…) Üniversite deyince hep Nurettin Bey’i hatırlarım. Üniversiteye girebilseydi ve Paris’teki hürriyeti bulabilseydi Türkiye değişirdi belki diyorum. Bence üniversite bir teşkilat olmaktan ziyade bir zihniyet ve şahsiyet olmalı. (…) Benim üstâdım Alain de üniversite profesörü olmamış. Yirmiden fazla büyük yazar talebesi var. Kierkegaard haklı: Teşkilat kabuk, ruhu boğuyor. Ama teşkilatın da alayhindeyim. Türkiye’de teşkilat yok, anarşi var. Hiçbir kanun tam olarak uygulanmamıştır. Herkes kanunu, tüzüğü kendine göre bozmuştur. Sen de aynı şeyi söylüyorsun. “Kuralların kontrolsüz, mes’uliyetsiz; karar ve davranışları da bundan farklı mı idi?” diye. Ben teşkilata değil, şahsiyete inanıyorum. Kendi köşende kendi kendin olarak kalarak da sana benzer beş on öğrenci yetiştirebilirsin. Bence bu teselli bulmak için kâfidir. Aklı herkes böyle yapsa Türkiye binlerce iyi insan kazanır. Yeni kanun herkesi bir yere savuracak. Sen inşallah İstanbul’a, bizim kürsüye düşersin. Faruk Akün Van’a falan gider. Benim kendi hesabıma bir endişem yok. Nereye gitsem orada kendimle, kitaplarımla beraberim. Zâten şurada kaç gün kaldı! Standard programa gidilemez. Biz bir ders cetveli yaptık. Ama her yerde uygulanamaz. Fuad İstanbul’da olduğu halde hiç yüzünü göremiyoruz. Bari senden haber alalım. Cüneyt ne âlemde? Mübeccel H. hocalığa devam ediyor mu? (…) Benden oradaki dostlara selam söyle. Mübeccel Hanıma çok selamlar. Hepinize Tanrı’dan sıhhat ve âfiyet dilerim. Elin değdikçe yaz, sohbetine ihtiyacım var. . M. Kaplan
No Comments