Muhammedî Kelimede İçkin “Ferdî Hikmet” Beyânında olan Fass’dan alıntılar
“Ferdî Hikmet’in Muhammedî Kelime’ye tahsîsindeki sebep budur ki: Muhammedî Hakîkat, bi’l-cümle taayyünâtın evvelidir; ve kâffe-i mevcûdâtın a’yân-ı sâbitelerini (şeylerin varlığa gelmeden önce “ilâhî ilim”de sâbit olan sûretlerini) ve hakâyıkını (hakikatlarını) müştemildir(içine alandır). Onun fevkınde hiç bir isim, sıfat ve na’t ile vasıflanmış ve mevsûm ( isimlenmiş) ve men’ût olmayan “sırf zât” vardır ki, cemî’i taayyünâttan (belirmelerden) münezzehdir. Zîrâ ahadî zât, zâtlığı hasebiyle tecellîden müstağnîdir. Bundan dolayı onun mutlak varlığı zâtlığı hasebiyle aslâ tecellî etmez. O’nun tecellîsi ancak onda bi’l-kuvve (potansiyel olarak) nevvar olan sıfatlar ve isimler îcâbıdır. Bi’l-farz ahadiyyet zâtında içkin ve potansiyel olarak mevcûd sıfatlar ve isimler bulunmasa, zât zâtlığı üzere kalır ve ondan ebeden tecellî vâkı’ olmaz idi. Fakat onda potansiyel olarak sıfatlar ve isimler ve bunlar isti’dâdları lisânıyla zuhûr taleb ettiklerinden, sırf zât, lâ-taayyün mertebesinden ilim mertebesine inerek, nâ-mütenâhiyyenin suretleri o sıfatlar ve isimler, Hak ilminde müteayyin ve herbirisinin hakîkati yekdîğerinden mütemeyyiz (seçkin) oldu. Bu mertebeye, vâhidiyyet mertebesi ve sıfatlar , isimler ve “muhammedî hakîkat” mertebesi derler. Ahadiyyet mertebesiyle arasındaki fark, ancak taayyünsüzlük ile taayyünden ibarettir. Bu babdaki tafsîlat Fass-ı Şîsî’de geçti. Şu halde S.a.v. Efendimiz’in hakîkati cemî’-i taayyünâtın mebde’i olmak i’tibariyle varlıkda vâhid ve ferddir. Ve kezâ bi’l-cümle taayyünâtı kuşatan olmak i’tibariyle de külliyetle sıfatlanmıştır. Nitekim Ferîdüddîn Attâr (k.s.) Bî-ser-nâme’lerinde bu makâma işâreten buyururlar. Beyt: Tercüme: “Ey iş adamı, Hak sırrını sana açıkça söyleyeyim ki, bu taayyün âleminde Ahad, Ahmed’dir, taayyün mîm’ini kaldır, Ahmed Ahad olur. İşte “Allâhü’s-Samed’in ma’nâsını anla!” Ve kezâ Gülşen-i Râz sâhibi (k.s.) buyurur. Beyt: Tercüme: “Ahad, Ahmed’in taayyün mîm’inde zâhir oldu. Bu devirde evvel âhirin aynı geldi. Ahmed’den Ahad’e kadar fark bir mîmden, yani taayyünden ibârettir. Bütün mevcudât-ı cihân o mîm-i taayyün içinde müstağraktır (gark omuştur). Ve keza Mirzâ Bî-Dil (k.s.) buyurur. Rubâî: Tercüme: “O ahadî zâtın kudret âyinesi ve o sıfatlar ve isimler îcâd ve ızhârının cevheri Gayb mertebesinde Ahaddır; ve şehadet mertebesinde ise, Ahmed’dir. İşte her iki cihan seyrinin rumûzu budur.”
Velhâsıl ahadî zâtın kendi zâtında, kendi zâtına, kendi zâtı ile tecellîsinden ibâret “feyz-i akdes” ile ibtidâ müteayyin olan ancak “muhammedî hakîkat”dir. Ve mertebede ona müsâvî bir taayyün yoktur. O hakîkat, Hakk’ın mutlak varlığının öyle bir tümel ve ferdî mertebesidir ki, taayünâtın tümünü içeren ve kuşatandır. Ve işte “muhammedî rûh” budur. Onun için (S.a.v.) Efendimiz: evvele mâ halakallâhü rûhî yâhut nûrıy buyurmuşlardır. Ferîdüddîn-i Attâr (k.s.) Mantıku’t-Tayrda buyururlar. Beyt: Tercüme: “Ceyb-i gaybden ibtida zâhir olan şübhesiz onun nûr-ı cânı idi. Ba’dehû o nur-o mutlak bayrak çekti; arş ve kürsî ve levh ve kalem peydâ oldu. Onun nûr-ı pâkinden çekilen bayrağın birisi âlemdir; diğeri dahi Âdem ve onun zürriyetidir.”
(Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi-IV Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk Hazırlayanlar: Prof. Dr. Mustafa Tahralı- Dr. Selçuk Eraydın, İFAV, 6. Basım, Nisan 2017-İstanbul)

No Comments