Gökhan Özcan’ın “Son münzevi” başlıklı yazısından cümleler
“(…) Oradan buradan yağmur gibi bildirimlerin, paylaşımların akmadığı, buna kapalı bir hayatım olduğu için bir çok şeyi geç haber alıyorum.
Sezai Bey’in dünya sürgününü tamamlayarak dâr-ı bekâya hicretini de biraz geç haber aldım. (…)
Her şeyin ortada, yüksek sesle, aşikar, neredeyse çırılçıplak yaşandığı bir zamanın son münzevisiydi Sezai Bey. İlişkilerin, kavramların, ortamların, ideallerin, davaların gramajının azaldığı, anlamının eksiltildiği, fiyatının ucuzlatıldığı dünyanın içinde olmadı hiç; içini davasıyla doldurduğu bir dünyanın içinde yalın, yalnız ama sonuna kadar vakur yaşadı.
(…) Bu sebeple ki, Sezai Bey’in ölümü çileli bir sürgünden aslî vatanına dönüş gibi gördüğünü bilenlerin, taziye babında söylediklerinde, içinde bolca ‘diriliş’ kelimesi kullanmaya mecbur kalması manidardır.
(…)(…) Doğru söylemek gerekirse, hissettiklerimi ifadelere dönüştürmek konusunda hiç olmadığım kadar mütereddit haldeyim. (…)
Söylendikçe ister istemez içsizleşecek olan kelimelere yenilerini eklemeye gitmiyor elim… (…) Sezai Bey’in ömrünü adadığı esaslı bir davası vardı ama Sezai Karakoç diye bir davası yoktu çünkü.
Bu dünyada ‘Yitik Cennet’ini aradı hep Sezai Bey, inşallah gittiği diyarda Allah onu aradığına kavuştursun. Kabri pürnûr, mekanı cennet, makamı âlî olsun. (…)”
No Comments