Fütûhât-ı Mekkiyye c.16’dan (eser sâhibi: Muhyiddin İbn Arabî, çeviri: Ekrem Demirli, Litera Yayıncılık, 2011) alıntılar
İsmi ‘Mekkî Açılımlar’ diye Türkçeye çevrilebilecek bu ünlü eserin Prof.Dr. Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak yapılmış çevirisi, Litera Yayıncılık tarafından da eserin önemiyle mütenâsip bir şekilde yayınlanmış bulunmaktadır. Bu eserin 16. Cildinin birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar bu yazıyı oluşturacak.
“Allah’ı – O’nunla değil- nefislerine göre birleyenler tevhide şirk katanlardır. (…) Allah ‘Onların çoğu şirk koşmadan Allah’a iman etmez’ (Yusuf, 12/106) der; dünya hayatına çıktıklarında! Çünkü fıtrat onların Hakk’ın ve el-Melik’in varlığına iman etmeleridir, yoksa tevhide iman etmeleri demek değildir. Fıtratta tevhid bulunmayınca, muvahhid olduklarını iddia edenlerin çoğunda şirk bulunmuştur. Bu itibarla insanı tevhide ancak yükümlülük sevk edebilir. Allah onları yükümlü tutunca çoğu insan yükümlü tutuldukları amelleri ve işleri yerine getirebilmelerini sağlayan bir nefs gücüne sahip oldukları için yükümlü tutulduklarını zannetmiş, bu nedenle onlarda saf tevhid gerçekleşmemiştir. Hâlbuki Allah’ın onları yükümlü tutmasının nedeni nefislerine nispet ettikleri fiiller hakkında (bu fiiller bizimdir şeklindeki) iddialarıdır. Allah ise teklifle birlikte -müşahede ehlinin yaptığı gibi- (fiilleri Allah’a izâfe ederek) Allah sâyesinde -yoksa nefisleriyle değil- fiilleri sâhiplenmekten uzaklaşmalarını talep etmiştir.”(s.18)
“(…) Kendisini örttükleri ölçüde Hakk’ın varlığı onlardan perdelenmiştir, çünkü O’nu tasavvur etmeden kendisini ‘örtmemişlerdir.’ Tasavvur ettikten sonra O’nu örtmüş ve kâfir (örten) olmuşlardır.” (s.18-19)
“Hakk’ın bir özelliği, tasavvur edildiği her yerde / durumda bir varlığının bulunmasıdır. Tasavvur eden tasavvurundan dönse bile o varlık sürer. Yaratılmış öyle değildir: Onu tasavvur ettiğinde tasavvuruna bağlı varlığı ortaya çıkar; tasavvur ettiğin gibi olmadığı belli olunca, tasavvurun yok olmasıyla varlığı ortadan kalkar. Bu durum Allah ile yaratılmış arasındaki bir fark olduğu kadar aynı zamanda insanların çoğunun bilmediği ince bir bilgidir. Bu nedenle âlemde şirk gerçekleşmiştir. Çünkü Allah bütün inançların sûretlerini kabul edici, hattâ bizzat o sûretlerin kendisidir. Böyle olmasaydı zâten ilah olmazdı. Allah’ın varlığını bildiren vahyi duyan insan, rivâyeti duyduğunda tasavvur ettiği şekilde O’na iman eder. Demek ki insan tasavvur ettiğine iman etmiştir. Allah ise her tasavvurda bulunurken o tasavur(lara) aykırı bir tasavvurda da bulunur O halde insanların çoğu Allah’a iman ederken şirk katarak iman etmişlerdir. Bu durum onların Allah hakkında elde ettikleri ilave bilgilerden kaynaklanır. Bununla birlikte her ilave bilgide Allah hakkındaki tasavvur bir öncekinden farklı olsa bile bütün tasavvurlarda sadece Allah vardır. Dolayısıyla Allah âyet-i kerîmeyi insanların mazeretlerini ortaya koymak üzere zikretmiş ve tevhide değinmemiştir. Tevhide değinmiş olsaydı, iman varken şirk koştuklarını belirten cümlenin anlamı olmazdı. Bu durum Allah’ın âyette tevhide iman etmeyi kastetmediğini gösterir. O sadece varlığa imanı kastetmiştir. Her kim adına ortaya çıkmışsa, tevhid, ikinci merhalede ortaya çıkmıştır. (…)”
No Comments