“Din Esaslı Âlem Anlayışından Dindışı Dünya Görüşüne” ve Fütûhât-ı Mekkiyye 18. Cildin Tavsiyelerinden alıntılar
Merhum Şaban Teoman Duralı’nın Çağdaş Küreselleştirilen İngiliz-Yahudi Medeniyeti (dergâh yayınları) kitabının birkaç yerinden yapacağım alıntılamalar ile Fütûhât-ı Mekkiyye 18. Cildin Tavsiyeler Bölümünden birkaç alıntı oluşturacak bu yazıyı.
“Müslümanlık, bireyin olduğu kadar, toplumun da yaşama tavrı ile üslûbunu tümüyle belirler. Bundan ötürü, Müslümanlaşmış toplumların özellikleri arasındaki farkların zamanla en aza indiği bir tarihî gerçekliktir. Bu gerçeklik, onsekizinci yüzyıldan itibaren Batı Avrupadan çıkıp yeryüzünün dörtbir yanına yayılan milliyetçilik akımlarının İslâm âlemini de etkileri altına alıncaya değin sürüp gelmiştir. Haddızâtında, Arnavutlar ile Boşnaklar gibi, Müslümanlaşmış olanların dışında kalan Avrupalı toplumlar, kavmî ile mahallî özelliklerini Hıristiyanlaştıktan sonra da sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan 1789 İhtilâlikebîrle Milliyetçilik, dağınık, yine de, kendini hep duyuran bir hâlden toplumları bütünüyle belirleyen etken olmağa dönüşmüştür. Nitekim ihtilâlikebîrin, millî toplumdan murad ettiği biçimbirliğine (Fr uniformite) eriştirilmiş, kuralı bozacak unsurlardan, istisnâlardan temizlenmiş toplumdur. Sonuçta, öncelikle Kavmî Milliyetçilik, bağrında farklılıkları, değişken unsurları barındırmayan tekbiçimli (uniforme) toplum oluşturma ülküsünün takipçisidir. Toplumların kavmî ile mahallî özellikleriyse, Avrupa’nın kilisedışı dünyevî vechesi olarak temâyüz etmiştir. Daha İlkçağda Avrupa, bir yanda Roma’nın siyasî ile medenî hâkimiyetindeki Latin dünyası ile onun kuzeyinde sık, soğuk ormanlarda yaşayan germenlerin yurdu şeklinde cepheleşmiştir. Hıristiyanlığın kabulünden sonra,başta katolikliğin merkezi italya -vatikan- olmak üzre, Latin Güney batı Avrupa, kilisenin ilahî kudretini, inişli çıkışlı dahi olsa, aşağı yukarı Onaltıncı yüzyıl ortalarına değin kıtanın her tarafına duyurmuştur. Anılan yüzyılda, Kilisenin sarsılmaz diye kabul olunan dinî-uhrevî kudretine, başta Almanya olmak üzre öncelikle kuzey ülkelerinden gelen dünyevî yahut en azından yarı-dünyevî nitelikli meydan okumalar, hızla güç kazandırmışlardır. Böylelikle öteden beri az yahut çok hüküm süren Latin-Germen sürtüşmesi daha bir şiddetlenmiştir.
Anaörneğini İslâmda bulduğumuz Tektanrılı Vahiy Dininin zihniyeti ile kavram dağarını üstlenen Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, dine -hıristiyanlığa- ‘sırt çevirmiş’tir. Bengisuyunu (OsmT âbıhayat) Doğaüstü pınardan temin etmediğini öne sürerek, Onaltıncı yüzyılın sonlarından itibaren, tarih sahnesine çıkan ilk ve tek medeniyet odur. Baştan aşağıya felsefîleşmiş medeniyet olmakla birlikte, felsefenin ana odağı olan metafiziğini, özellikle Onyedinci yüzyılın sonlarından itibaren din temeline dayandırmağı reddetmiştir. Hayatın en üst değerleri ve aslında dinî terimler olan akıl ile vicdan, başlıbaşına, muhtar birimler olarak kabul olunmuşlardır. Başka deyişle, kendinden menkul hakikatlar olarak görülür olmuşlardır. Vahiy nevinden doğaötesi mercie uzanan bağları kesilmiştir. Böylelikle de kısır daireye hapsolunmuştur. (…) Dışarıdan edindiğimiz tecrübeler artı genetiko-endokrinoloji işleyişlerimiz artı beynimizdeki sinir hücrelerinin faaliyeti eşittir akıl, dersek, burada artık aklın kendisinden değil de, mekanik zekâ gibi bir şeyden bahsetmiş oluruz. (…)
Toparlarsak: Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, insana başvuracağı ilk, en güvenilir, sağlam ve son mürâcaat mevkii olarak aklı göstermiştir. Akıl tektir, eşsizdir. Bütün insan hâl, hareket ile işlerini o, tayin eder. Buna karşılık, onu kendisinden özge hiçbir güç, kudret ile merci belirlemez. Bu mutlak durumu arzeden aklın keşfine Yenidendiriliş denmiştir. (…)”
Kulun Allah’a en büyük yakınlığı, önce Allah’a ve kendisinden tebliğ eden peygambere iman ettikten sonra, O’nun katından gelenlere iman etmektir.
Yapamasan bile içinden iyi işler yapmağa niyet et; kötülüğe niyetlenirsen Allah rızası için onu bırakmağa gayret et. Bununla beraber ezeli kader ve kaza galip gelirse durum başkadır. İçinden niyetlendiğin hayrı ve iyiliği yapmanı Allah takdir etmemiş olsa bile, o fiili senin adına hayr olarak yazar. Hz. Peygamber’in aktardığı kudsi bir hadiste Hakk’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: ‘Kulum bir iyilik yapmağa niyetlenip onu yapmadığında onu bir iyilik olarak yazarım.’hadiste ma zarf bildirir. Bunun anlamı şudur: Bir hayrı yapmağa niyet etmişken -onu yapmamış olsa bile- geçen her zaman içinde onu bir iyilik olarak yazar; bu zaman ne kadar olursa olsun, Allah niyete eşlik eden her zamanda onu bir iyilik olarak yazar. Bu nedenle de ‘yapmadığı sürece’ denilmiştir. Allah şöyle devam eder: ‘yaptığında ise on katı olarak yazarım.’ Bilirsen, göğün ıslattığı ekin hakkında öşür (miktarının) farz kılınması buradan kaynaklanmıştır. (…) Allah kulları hakkındaki nimetini tamamlayarak şöyle der: Kötü bir şey yapmaya niyet edeni ise yapmadığı sürece bağışlarım. (…) Sonra şöyle der: “Onu yaptığında ise misliyle yazarım”.
“Varlık sadece isimlerin suretinde tezahür etmiştir.” “Müslüman olmanı sağlayan cümleyi ısrarla söylemelisin. O cümle “Allah’tan başka ilah yoktur.” (La ilahe İllallah) Hz. Peygamber “Ben ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli cümle, “Allah’tan başka ilah yoktur.” cümlesidir. ”
No Comments